Books Auction

Sahip olduğu coğrafyanın kendisine yüklediği misyonla her dönemde önemini koruyan ve birikiminin üzerine yeni uygarlıklar katarak konumunu pekiştiren çok az sayıda şehir vardır. Dünyada bu konumdaki şehirlerin başında hiç kuşkusuz İstanbul gelmekte. İstanbul'un, değişik kültürlere ev sahipliği yapmaktan kaynaklanan zenginlik, çeşitlilik ve renkliliğin vermiş olduğu özellikleriyle dünya şehirleri arasında çok farklı bir konumda olduğuna inanıyorum.

Kendi adıyla anılan Osmanlı İmparatorluğu'nun temellerini atan Osman Gazi, Ertuğrul Gazi'nin küçük oğludur.1258 yılında Söğüt'te doğdu. Annesinin adı Hayme Ana'dır. Osman Gazi, babasının 1281 yılında vefatı üzerine, 23 yaşında iken Kayı Aşireti'nin başına geçti. "Cesaret ve mertliği, ahlaki meziyetleri dolayısıyla kavim ve kabileye baş olacak mevki ve vasıfta görülen" bu genç adam, uzuna yakın orta boylu, kara yağız ve yuvarlak çehreli, kolları uzun, güçlü kuvvetli ve yakışıklı bir insandı.

Elinizdeki bu çalışmayla, İstanbul Süryani Kadim (Ortodoks) toplumunun 162 yıllık geçmişini, kendi toplumuna ruhsal, sosyal ve kültürel hizmetler veren Süryanilerin ruhani ve sivil liderlerinin; patrik, metropolit, patrik vekilleri, horiepiskoposlar ve bu kadroya bağlı rahip, papaz, diyakon, öğretmen ve kilise resmi yönetim kurullarının öz geçmişlerini, değerli hizmet ve etkinliklerini tarihi bir belge niteliğinde siz değerli okurların bilgisine sunmaktan büyük mutluluk duymaktayız.

İstanbul’un fethini müteakip Fatih Sultan Mehmed şehirde büyük bir iskân hareketine ve şehrin Türkleştirme faaliyetlerine girişmiştir. Bunun için ilk akla gelen cami inşası olmuştur. Zira camilerin civarında Müslümanlar kendilerine mesken edineceklerdir. Selatin camileri vücut bulurken, vezirler paşa ve ulema zümresi de bu faaliyetlere iştirak etmiştir. Çeşitli bölgelerde yapılan mescit ve camilerin etrafında büyük bir hızla mahalleler oluşmuş, bir Müslüman şehir vücut bulmaya başlamıştır.

Türküler hayatımıza lezzet katmakla kalmaz, bestelerindeki nağmeler, sözlerindeki zenginlik kültürümüz ve folklorumuz için de önemli bir kaynak oluşturur. Daha bebekken annelerimizin söylediği ninnüer ile kulaklarımızın aşina olduğu türkülerimiz; düğünleri, ölümleri, sevdaları, ayrılıkları, sevinçleri, derderi, memleket sevgisini; hâsılı hayatımızı ne güzel nakış nakış işlemiş, dilden dile söyletmiştir.

İstanbul 1900'de, Osmanlı başkentindeki gelişim, bunun ortaya çıkardığı siyasal ve kültürel sonuçlar irdelenmekte. Özellikle de İstanbul'daki Art Nouveau üslubunun en özgün yorumcusu olarak kabul edilen Raimondo D'Aronco'nun ve diğer Batılı mimarların tasarımda ve uygulamada ulaştıkları noktalar.Kitapta yer alan 1900'lü yıllara ait 300 fotoğraf ve illüstrasyon bir bakıma Art Nouveau tasarım ve uygulamalarının zenginliğinin de ifadesi.

Osmanlı İmparatorluğu'nun devlet kademelerinde en üst makam olan sadrazamlığa kadar yükselmiş olan Cezayirli Gazi Hasan Paşa 19 yıl süren Kaptan-ı Deryalığı süresince, Osmanlı Donanmasını her yönüyle çağdaş bir düzeye getirmek amacıyla gerek materyal ve gerekse personel açısından son derece önemli hizmetlerde bulunmuştur. Sokullu; Osmanlı'nın isterse "Yelkenleri atlastan, halatları ibrişimden ve zincirleri gümüşten gemiler" yaptırabileceğini ifade etmiştir.

Osmanlının son döneminden başlayarak, Paris'i "okul" olarak gören, seçen, ancak 1960'lara gelesiye, kentin sanat yaşamının kıyısında kalan, daha çok olup-bitenleri belli bir mesafeyle izlemekle yetinen sanatçılarımız, ilk kez "Paris Okulu" bünyesinde etkin bir rol üstlenmişlerdir. Bu can alıcı özelliğine karşın, "Paris Okulu" çerçevesinde uluslararası bir düzlemde yer almayı deneyen ressamlarımızın çabaları tam anlamıyla değerlendirilememiştir.

İstanbul’un Kaybolan Ahşap Konutları kitabını hazırlarken Ada konutlarını da katmayı düşünüyordum ancak hem çok önemli bir konut grubu olmaları hem de hâlâ yaşamaya devam etmelerinden dolayı onlara yer vermemiştim. Bu kitapla kaybolan konutların hüznü yerine yaşamakta olan konutların coşkusunu yaşıyoruz. Gerçekten İstanbul’un hemen dibinde duran bu yapılar sahiplerinin kim bilir ne kadar sıkıntı ve gayretiyle yaşamaya devam ediyor.

Hollanda bütün dünyada "Rembrandt'ın ülkesi" olarak tanınır. Ressamın kendisi, ülkesinden hiç ayrılmamış olsa da, günümüzde yapıtları dünyanın en büyük müzelerine dağılmış durumdadır. Buralardaki resimleri, baskıları ve desenleri Hollanda'nın kültür elçileri gibidir. Rembrandt, Yedi Birleşik Felemenk Eyaleti'nin (aralarında Hollanda da vardır) daha önce benzeri görülmemiş bir ekonomik, siyasal ve kültürel büyüme yaşadığı, çok büyük ve önemli kültürel figürüydü.

İnsanoğlu yaşamını sürdürmek için yeniden kendine mekânlar kurar. Oturmak için meskenler, çalışmak için işyerleri, eğlence yerleri yapar. Şehirler de böyle kurulur. Toplu halde yaşamak için kurulan yapılar, şehirleri oluşturur. Ancak, zamanla bir yapı olma özelliğini aşar. İnsanların akıp geçtiği mekânlardan çok daha fazla şey ifade ederler. Ancak, dünü olup da dününden habersiz olan şehirlerin yarınını kurması imkânsızdır.

Topkapı Sarayı, ülkemizin en çok ziyaret edilen müzesi... Bunun en önemli sebebi yabancılar için halen bir sır gibi duran Osmanlı Devleti'nin yönetim merkezi olması, halkımız için de hiç şüphesiz Mukaddes Emanetler'i bünyesinde barındırmasıdır. 2004 yılında yayımladığımız "Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emanetler" isimli eserimize gösterilen yoğun ilgi, bunun en büyük ispatıdır. Topkapı Sarayı'nın aslında hemen her mekânı her köşesi pek çok sırrı içinde barındırır ve ilgiyi hak eder.

Bu eserle, 1885'den 2005'e dile kolay 120 yıllık bir geçmiş, bizden sonrakilere ve inşallah nice yüzyıllarda yaşayacak olanlara anlatılacak... 1949 yılında öğrenci olarak girdiğim, ailem gençlerine, daha sonra oğluma velilikle süren bağ, 18 yıldır yönetime iştirak ile devam ediyor. Hesaben, Vakfımızın 120 yıllık ömrünün, 56 yılını yaşayarak görme mutluluğu ile doluyum.

Cumhuriyetimizin 75. Yılını ülkemizdeki pek çok olumsuzluğun neredeyse bir karabasana dönüştüğü bir ortamda kutluyoruz. Ancak bizler geleceğe umutla bakmanın coşkusunu hiç bir zaman elden bırakmadık. Böylesine anlamlı ve önemli günler yaşadığımız bir zamanda Bilim Sanat Galerisi olarak bizler de bu kutlamalara Cumhuriyet'in yüz aklarından biri olan Plastik Sanatlar alanında ulaştığımız doruğu gösteren bir "SERGİ" ve bir "KİTAP"la katılmayı onurlu bir görev bildik.

İstanbul, dünyanın en güzel şehirlerinden birisi olsa gerek. Doğal güzellikleri ve zengin tarihsel birikiminden kaynaklanan cazibesine rağmen özellikle ulaşım gibi sorunları nedeniyle İstanbul bir o kadar da yaşanması zor bir şehirdir. Bu kitap, bu sorunu konu edinmiyor. Ancak İstanbul'da deniz ulaşımının tarihsel gelişiminin konu edildiği bu kitabın, bu sorunun çözümü için çareler üretecek kişilere yakın tarihin deneyimlerini hatırlatmasını umut etmekteyim.

Tuvale yansıyan İstanbul... Bir şehri, bir güzelliği anlatımını bütün imkânları ile betimlemek; anlayanların her birinden ayrı ayrı dinlemek ve yaşayanların anılarından geçerken kendi anılarını da oluşturmak şehri yaşamanın temel şartlarındandır. Bu yüzdendir ki, İstanbul'un sakinleri şehre "göz kulak" olurken, uzaklarda, uzakların da verasında gördükleri bir güzelliğe dokunmak da isterler.

Pera Müzesi'nin kapılarını halka açtığı 2005 yılı yaz aylarında, sergi salonlarında yer alan ilk etkinliklerden biri "Günümüz Türk Sanatında Genç Açılım" başlığını taşıyan ve genç sanatçıların yapıtlarından oluşan bir karma sergiydi. Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği'nin ilk kez İstanbul'da, Pera Müzesi'nde yapılan 3. Avrupa Genel Kurulu'nun bir yan etkinliği olarak düzenlenen bu sergi, ilk günden başlayarak müzenin "genç" sanata ne denli önem verdiğini açıkça gösteriyordu.

Kent tarihi açısından önemli bir durum sergileyen Mersin, Anadolu'daki pek çok kent gibi süreklilik göstermemiştir. Tarsus ve Silifke gibi merkezlerinde bu gelişim çizgisi işlerken, Mersin'de Ortaçağ ve Klasik Osmanlı Dönemi boyunca herhangi bir kentin olduğunu söylemek mümkün değildir. Eski dönemlerdeki kent söndükten sonra, yerine tekrar bir kentin kurulması ancak 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde mümkün olmuştur.

Bu çalışma, Rönesans'tan sonraki yıllarda beliren ve 17. yüzyılda ilkin İtalya'da gelişen, buradan İspanya'ya, Fransa'ya, Belçika'ya, Avusturya ve Güney Almanya'ya, Orta Avrupa'ya yayılan Barok sanat üzerinedir. Zamanında gerek mimarlıkta, gerek resim ve heykelde, büyük sanatçılar yetiştirmiş, büyük eserler vermiş olan Barok, uzun süre unutulduktan sonra, Birinci Dünya Savaşı'm izleyen yıllarda hatırlanmış, kısa sürede geniş ilgi toplayarak büyük sanat dönemleri arasında yer almıştır.

Geleneksel sanatlarımız arasında Ebru'nun yeri ayrıdır; çünkü bize ait ve bizle özdeşleşmiş nadir sanatlardan bir tanesidir. Suya bile yazı yazan bir medeniyetin göstergesidir Ebru. Gerçeklikler evrenini soyutlayarak sanatta özgün bir dil yakalayan Osmanlı-İslam Medeniyeti, Ebru Sanatı'yla grafik alanında zirveye çıkmıştır.

1960 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin öğrencisi olduğum ilk günlerinde hocamız ressam Şeref Akdik, Topkapı Sarayı'na bir gezi düzenlemişti. O yıllarda Saray'ın kalın duvarlarının ardındaki sessizliğin ve suskunluğun çok önemli bir şeyler gizlediğini henüz bilmiyordum. Ancak aradan geçen yıllarda önce Akademi' deki hocalarımızı, daha sonra da taşıdıkları ve yorumladıkları sanatı ve mirasını tanıdıkça durumu daha iyi kavramaya başladık.

Sevgili Hemşehrilerim, Bir ülkeyi sevmek, o ülkenin kültürünü, sanatını, tarihini, karış karış toprağını, velhasıl bütününü sevmekle mümkündür. Sevdiğimiz bir varlığı yakinen tanımadan sevmek, romantik bir bağlılık olur ki, bu da gerçekleri görmemek, bilmemek demektir. Ben şuna inanıyorum ki, benim ülkemin insanları Beykoz'u tanısa, onu bir kat daha sevecek, bir kat daha tanıma ihtiyacını duyacaktır.

Hamam; Akdeniz medeniyetinin en önemli unsurudur. Ve Selçuk-Osmanlı geleneğinde "Türk Hamamı" bu bölgede "Roma Hamamı"ndan sonraki en etkili müessesedir. Berber de hamamın içinde yer alırdı. Osmanlılarda hamam ve berber geleneği çok zengin kumaş, mücevherat, gümüş, bakır, porselen ve sedef kakma eserlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Kandilli'deki el yazmaları projesi, UNESCO'nun "Dünyanın Belleği" programı çerçevesinde desteklenen ve gerçekleştirilen ilk on projeden biri oldu. Bu katalogun ortaya çıkarılmasında bizlere destek veren çok sayıda kişi ve kurum vardı; hepsine şükran borçluyuz. Özellikle Elginkan Vakfı'na Kandilli arşivinin ülkeye kazandırılmasındaki katkılarından dolayı Üniversite adına şükranlarımızı sunuyorum.

1988 yılı Kültür ve Turizm Bakanlığımızın, Üniversitemizle yaptığı işbirliği sonucu Hükümetimiz ve UNESCO tarafından Mimar Sinan'ı anma yılı olarak kabul ve ilan edilmiştir. Adını taşımakla şeref duyan Üniversitemiz, Mimar Sinan ile ilgili çalışmalarına çok erken başlamış ve ilk hedef olarak Mimar Sinan Araştırma Merkezini kurmuştur.

Hellenistik Dönem Kültürü'nü görkemli bir şekilde yaşamış olan ülkemiz, erken sayılabilecek bir zamanda Romalılara geçmiş ve Hellenistik Dönem Kültürü'nün Roma İmparatorluk Dönemi Kültürü'ne dönüşmesine büyük bir katkıda bulunmuştur. Özellikle Batı Anadolu ile Güney Anadolu, Roma İmparatorluk Dönemi mimarlık yapıtları ile donanmışlardır.

Alman Büyükelçilerinin rezidansları arasında Tarabya'nın çok özel bir yeri vardır. Tarabya sadece eşsiz bir şekilde 19. yüzyılın ikinci yarısından bugüne kadar Türk-Alman ilişkilerini değil, aynı zamanda Boğaziçi'nin Osmanlı dönemi ve öncesinin mimarlık tarihini ve peyzaj mimarisini de yansıtmaktadır. Karadan yaklaşırken ve özellikle de denizden bakıldığında ziyaretçiler ışıldayan büyük yazlık rezidansı uzaktan görebiliyorlar.

Selam sana İstanbul... Biz senin çocuğunuz İstanbul. 1453'ten beri bizi sen büyüttün. 550 yıldır senin gecende uyuyor. 550 yıldır senin gündüzünde yürüyoruz. Tarihte nice isim seni fethe talip oldu. Fethedense hep sen... Sana tutulduk, sana tutunduk. İstanbul, yani ey geçmişle gelecek arasında açan muhteşem çiçek, bin yılların ötesinden bize bakıyorsun.

Ülkelerimizin geleneği ve kültürüne göre, geçmişin hafızalarda canlı tutulması gerekir. Kendimi de içinde saydığım eski kuşaklar için böyledir bu. Biliyoruz ki, kendi köklerimizi unutursak, insanlar gündelik yaşamın telaşı ve karmaşası içinde kaybolup giderler. Her iki ülkenin Dışişleri Bakanları tarafından yaşama geçirilen "Ernst Reuter Girişimi" çerçevesinde Türk ve Alman kurumları tarafından ortak olarak düzenlenen bu sergi, tarihimizde silinmesi imkansız izler bırakan bir dönemi anımsatıyor.

Osmanlı'nın son dönemi ve Cumhuriyet dönemini içeren, yaklaşık yüz yıllık süreçte tedavüle çıkarılan pullarda İstanbul'un spor kulüplerinden, önemli cami ve türbelerine, meydanlarından köşk, konak ve yalılarına kadar geniş bir yelpazede konu edildiği görülmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu için yeniliklerin yaşandığı, gelenekselden modernliğe geçişi temsil eden 19. yüzyılın başıdır. B u dönem ekonomik ve toplumsal reformların yaşandığı, Tanzimat Fermanı ile de meşruti monarşi olarak tanımlanabilecek yeni bir yönetim biçimi ortaya çıkmıştır. Batılılaşma çabaları ile yönetimde ortaya çıkan bu yeniliklere paralel olarak mimari anlamda gelişmeler yaşanmıştır.

19. yüzyılın başlangıcı, Osmanlı İmparatorluğu için yeni atılımların, ekonomik ve toplumsal reformların sırayla gündeme geldiği, gelenekten modernliğe geçişi sağlayan yeniliklerin birbiri ardına devreye girdiği bir zaman dilimi olmuştur. Aynı dönemde hazırlanan Gülhane Hatt-ı Hümayunu ve Tanzimat Fermanı ile birlikte, meşruti monarşi olarak tanımlanabilecek yeni bir yönetim biçimi ortaya çıkarılmıştır.

Küçük bir koloni olarak kurulmuş iken sahil yerleşimi olmanın kazandırdığı avantajlar İstanbul'un hızla zengin ve mamur bir şehir olarak gelişmesini sağlamıştır. Dünyanın devamlı iskân edilen en eski yerleşim alanlarından olan bu şehir tabiatın ve değişik kültür ve uygarlıklara mensup dehaların yarattığı güzelliklere sahiptir. Üstün şehirsel ve mimari özelliklerine rağmen tarihi boyunca İstanbul'da pek çok sorun da yaşanmıştır.

Dünya Kenti İstanbul üzerine bir sergi ve bir kitap tasarlamak önce çok kolay, çalışmaya başlayınca müthiş zordu. İstanbul'u anlatan, irdeleyen, tartışan, güzelliklerini sergileyen pek çok kaynak, pek çok yayın vardı. Anısını eve taşıyacağımız bir sergi ve kitaplığımıza eklenecek bir sergi kitabı hazırlama yürekliliği gösterenlerin bu eşsiz kentin orta yerinde ne çok tartışmış olduğunu düşünebilirsiniz.

Bir "İstanbulspor Tarihi" yazmak fikri, meslek hayatımla yaşıttır diyebilirim. Yani 52 yıllık bir düşünce, bir düş... Bizim kuşak, tıpkı bizden öncekiler gibi, İstanbul Erkek Lisesi'nin kutsal çatısı altında, Sarı-Siyah aşkı içinde yetişti. Lisemizle aynı renkleri ve güzeller güzeli armamızı taşıyan İstanbulspor'a karşı da büyük bir sevgiyle yoğrulduk

İstanbul… Dünyanın en güzel şehirlerinden biri; gizemli, hüzünlü, neşeli...Bütün tanımlar onunla yoğrulduğunda bambaşka anlamlara bürünüyor.Ona her şey yakışıyor, o her şeye yakışıyor. İstanbul, tarihinin her devresinde ilgi çekmiş,farklı kültürleri kucaklamış bir şehir aynı zamanda. Farklı ırklardan, farklı dinlerden, farklı kültür ve yaşam tarzlarından insanlar, yüzyıllar boyunca, yaşadıkları bu güzel ve gizemli şehre izlerini bırakmışlar; kendilerinden, hayallerinden bir şeyler katmışlar.

Yıllardır Nazım Hikmet'in Bursa Topraklarında Bıraktığı İzler Üzerinde Çalışan Güney Özkılınç'ın Bizlere Sunduğu Yıpranmış Resimlerin,Soluk Fotoğrafların,Saklanan Mektupların,İnsanların Bizdeki İzdüşümü:Nazım Hikmet'in Eskimeyen,Çağlar Geçse de Umutulmayacak;Şiirlerinin Sesi,İnsan Sevgisi,Dost,Sevecen Yüzüdür.

"Teşrifat Meraklısı Beyzade Takımının Oturduğu Bir Kibar Semt Beylerbeyi'' adlı eser Bizans ile Osmanlı İmparatorluklarına asırlarca başkentlik etmiş eşsiz İstanbulumuzun nahiyelerinden biri olan"Beylerbeyi Semti"nin tarihidir. İstanbul'un her semtinde olduğu gibi Türk'ün kültürü, sosyal yaşamı ve sanatıyla ilgili zengin mirasımızın bilinmeyen ve az bilinen taraflarını araştırmam 1944 yılında rahmetli tarihçi ve yazar Reşat Ekrem Koçu Bey'i tanımam, feyz almam ve onun teşviki ile olmuştur.

Türk toplumunda en geç gelişen güzel sanatlar bölümü, kuşkusuz, resim ve heykel branşıdır. Ne var ki, bu meslekte batılılarla aramızdaki büyük mesafeyi, Türk'ün zekâsıyla yaratıcılığı kısa zamanda kapatmıştır. Bu suretle batı dünyası -geç de olsa- Türklerin renkli fırçasını yakından tanıma imkânı bulmuştur. Toplumumuz, resim yapmanın günah sayıldığı, ressamlığın horlandığı uzun yılları yaşamış bulunuyor.

"Şifalı Gömlekler" adlı eser BİKA Ltd. Şti. tarafından hayata geçirilmektedir. Bu gibi faaliyetleri topluma öncülük edecek girişimler olarak değerlendiriyor, bu noktadan hareketle söz konusu girişimlere büyük önem atfederek geliştirilip yaygınlaştırılmaları için gerekli her türlü desteğe hazır olduğumuz belirtiyor, saygılar sunuyorum.

Türkiye Cumhuriyeti'nin köklü kurumlarından PTT, her zaman haberleşme alanındaki yeniliklerin uygulayıcısı olmuştur. Şüphesiz bu başarının temelinde, halkımıza ülkenin her köşesinde en kaliteli hizmeti sunma anlayışı ve 167 yıllık tarihi geçmişin verdiği gurur ve güven yatmaktadır PTT Genel Müdürlüğü, kurumsal tarihine sahip çıkmak amacıyla gerçekleştirdiği "Geçmişten Günümüze Posta" adlı çalışmayla, başarılı ve seçkin bir örnek oluşturmaktadır

Dolmabahçe Sarayı koleksiyonunda yer alan, Zonaro aile koleksiyonundan ve özel koleksiyonlardan seçilmiş yapıtlarıyla ilk kez sergilenmektedir. Serginin en önemli eserinden biri TBMM Milli Saraylar koleksiyonunda bulunan "Ertuğrul Süvari Alayının Galata Köprüsü'nden Geçişi"dir. 1891 yılında tüm Doğu yaşamında eşlik edecek müstakbel eşi Elisa Pante ile birlikte İstanbul'a gelen ve kısa sürede adını duyuran Zonaro II. Abdülhamid'e sunduğu bu tabloyla saray ressamlığı unvanını almıştır.

İkinci uluslararası sergimiz "Venedik-İstanbul" ile 51. Uluslararası Venedik Bienali'nden bir seçki İstanbul'a geliyor. Böylece sanat dünyasının değerlerinin belirlendiği Venedik Bienali, 110 yıllık tarihinde ilk kez ülkemize taşınıyor. Sergimiz, ortak belleği yansıtan "Müze" ile sanatta bugünün ve geleceğin gelişmelerini belirleyen "Bienal"i buluşturuyor.

Stefanos Yerasimos 'Süleymaniye' kitabında imparatorluk ideolojisinin simgesi olan Süleymaniye'nin yapılış serüvenini ve Osmanlı için ne anlama geldiğini anlatıyor Stefanos Yerasimos'un 'Kostantiniye ve Ayasofya Efsaneleri' adlı kitabının devamı niteliğindeki yapıtı 'Süleymaniye', Yapı Kredi Yayınları'ndan çıktı. Daha önce Fransızca basılan eser böylece Türkçeye de çevrilmiş oldu.

Tekfen'in 50. kuruluş yıldönümü nedeniyle Tekfen Vakfı ve Tarih Vakfı işbirliğiyle yayımlanan"Yaşlanmadan Büyümek' başlıklı kitap, bilgi –belge ve tanıklıklara dayanan içeriğiyle"Mühendislerin omuzlarında yükselen Türkiye'nin yakın tarihine ışık tutuyor. İnşaattan tarıma, dev imar projelerinden finansa pek çok sektöre damgasını vuran islere imzasını atan Tekfen'in,1956'dan günümüze dek gelen yarım asrilik öyküsü Tekfen Vakfı ve Tarih Vakfı tarafından yürütülen ortak bir projeyle kitaplaştırıldı.

Migros Türk'ün öyküsü 45 yıl öncesine dayanıyor. Cumhuriyet'in henüz 31 yaşını sürdüğü yıllarda, vatandaş olma hakkının seslendirilerek "sağlıklı, ucuz ve kaliteli" alışveriş yapma talebinin yarattığı Migros Türk, 1954 yılının Türkiye'sinin ilk süpermarketi olarak kuruluyordu. İstanbul' da bir iki yıl içinde bugünkü ölçülerde mütevazı sayılsa da bir süpermarketler zinciri oluşturan Migros Türk, o günkü koşullarda son derece ileri bir uygulamayı ifade ediyordu.