Books Auction

Türkiye'nin en uzun soluklu film festivali olarak Türk sinemasını 44 yıldır destekleyen ve kutlayan Altın Portakal, son üç yıldır uluslararası çeşitli festivaller arasında kendine sağlam bir yer edinmek adına emin adımlarla yoluna devam ederken, çok yönlü, zengin bir etkinlik olarak kültürel hayatımıza katkıda bulunmaya, sinema odaklı farklı değerler sunmaya devam ediyor.

Ayrı ayrı nedenlerle, farklı zamanlarda, farklı dergilerde yayımlanan yazıları kitaplaştırırken, bu yazıları birbirleriyle bir biçimde ilişkilendirmeye, onlara bir çeşit bütünlük kazandıracak bir bağlam oluşturmaya çalıştım. Portreleri; kimi zaman söz aldığım mecralar, kimi zaman da rastlantılar belirledi.

Bir lezzet ve sohbet mekanıydı pastaneler... Bundan yıllar yıllar önce. İçinde, pastaların kusursuz biblolar, İnsanların mucizevi kahramanlar gibi göründüğü!... Bir fotoğraf bu... Beyoğlu'na ait. Yüzyıllardır nice yıkımlara, acılara direne, nice yaşamlara, mutluluklara tanıklık eden... Nice romanlara, şiirlere, resimlere, şarkılara ilham veren... Nice seslerden, renklerden esinlenerek, kendi kadim tarihini yaratan, Ve yaratmaya devam eden...

Benim mesleğim düğünler planlamak ve gerçekleştirmek... On beş sene evvel, büyük bir heyecanla kurduğum şirketim KM Events, bugün Türkiye'nin önde gelen sayılı düğün ve davet organizasyon firmalarından biri... Mesleğimi hep çok sevdim, çünkü beni hep besledi, hep geliştirdi; yeni insanlar tanımamı, yeni dostlar kazanmamı, yerli ve yabancı pek çok güzel ailenin bir ferdi olmamı sağladı...

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, daha çok tanındığı Osmanlı Hat Koleksiyonu'nun yanı sıra, önemli bir resim koleksiyonunun da sahibidir. Türk resminin büyük ustalarının yapıtları ile birlikte, sanat yaşamlarının önemli bir dilimini Osmanlı İmparatorluğu'nda geçirmiş Fausto Zonaro, Ivan Aivazovsky gibi yabancı sanatçıların eserleri de bu koleksiyonda yer almakta, onun yapıtaşlarını oluşturmaktadır.

Sami Yetik'in ilk gençlik ve olgunluk yılları, İkinci Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e, imparatorluktan yeni Türk devletinin kuruluşuna geçiş döneminin karmaşık siyasal ve kültürel gelişmelerini, farklı görüş ve ideolojilerin çatıştığı ya da kaynaştığı canlı bir ortamın düşünsel etkinliklerini ve nihayet II. Mahmut döneminden bu yana süren Batılılaşma yönündeki çabaların yoğunlaşma süreçlerini kapsar.

Çizim sözcüğünü tanımlamak pek kolay değildir; çünkü bu sözcük birbiriyle bağlantılı ama yine de birbirinden farklı pek çok faaliyeti içerir. Aslında onu en basit biçimde, bir parça kâğıt üzerine yapılmış işaretler olarak tanımlayabiliriz ve bu anlamda insanın en temel faaliyetlerinden biridir. Küçük çocuklar kalem tutabilecek yaşa geldikleri andan itibaren bir kalem ya da mum boyayla karalama yapmaktan hoşlanırlar ve yaptıkları şeyi çevrelerinde gördükleri dünyayla ilişkilendirmeye çalışmazlar.

"Yer' kavramının adalarda olduğu kadar net şekillendiği bir başka doğal ve coğrafi oluşum her halde yoktur. Kendiyle diğer her şey arasına suyu koyan, isterse dünyadan kopuk yaşayan, isterse bağlanan, bu özelliğinden dolayı karakteri kendine özgü olan bir "yer' olarak adalar... Ada cazibesinin sırrı acaba burada mı saklıdır? Öte yandan yer, belleğimizin demir attığı en büyük limandır da. Bu metafor dahi adalar bağlamında gerçeğe iyice yaklaşır

İstanbul'a açılan "pencere"ler... Her semti ayrı bir güzel olan İstanbul, sakinlerine farklı "pencere"lerden eşsiz manzaralar sunar. Bakmasını, duymasını ve görmesini bilenler, bu güzellikler sofrasında leziz bir ziyafetin ortasında bulur kendisini... Methini duyan ya da cisminin cazibesine kapılıp şehre gelenler, sığınacak sakin bir liman bulup dört mevsim 24 saat an be an değişen manzara karşısında kendilerini buldukları bir "an"ın arayışına girerler.

Günümüzün önde gelen düşünürlerinden George Steiner, en yeni kitaplarından birini, "kahve kültürü"nün Avrupalı olma durumunun temel ölçüsü sayılması gerektiği savına ayırmış. Ağır, derin bir yazardır Steiner; ama bu kez belli ki yumuşak bir metin yazmak istemiş: Kahvelerinin çeşitliliği nedeniyle Viyana'yı, Prag'ı, Lizbon'u 'tipik bir Avrupa şehri' olarak tanımlaması iyi hoş da, kahvesiz Londra'yı salt bu gerekçeyle haritanın dışına itmesi bana biraz zorlama bir çaba olarak göründü.

Ara Güler, fotoğrafçılığın bir sanat olup olmadığı sorusuna ısrarla hep "hayır" yanıtını vermiştir. Bu "hayır" yanıtını da Oscar Wilde'a gönderme yaparak açıklar. Ara Güler şöyle der: "Fotoğrafın sanatı olmaz ki sanatçısı olsun. Fotoğrafla sanat arasındaki farkı anlatayım sana. Sanat yalandan doğar, yalan söyler. Olmayan şeyden sanat yapılır.

İstanbul şehrinin büyüsü, İstanbullu insanların gizemli dünyası yüzyıllar boyunca Batılıların ilgi odağı olmuştur. Yüzyıllar boyunca, özellikle Batılılar, uygarlıkların, imparatorlukların beşiği olmuş İstanbul'u ve Türkleri yakından tanımak, incelemelerde bulunmak ya da kendi ülkelerini temsil göreviyle taşınıp durmuşlar... Geçmiş yüzyıllarda kadim İstanbul'u gezip gören yabancılar bu kadarla kalmayıp gözlemlerini, anılarını kâğıda dökmüşler.

John Freely is to Istanbul what Augustus Hare was to Rome in the 19th century. For forty-three years he has known, explored, loved and illuminated his adopted city. To walk the streets, to climb the hills, to visit the mosques and palaces of Istanbul with Freely is to learn first-hand the multi-faceted history of the New Rome, and of the Turkish Imperial capital that succeeded it. He knows every nook and cranny, who lived where and when, and the people who live there now.

23.Aralık.1907 doğumlu Fevzi Akkaya, kendisinden sadece beş ay küçük olan ortağı Sezai Türkeş ile görünüşe göre, 30'lu yıllarda başladıkları iş hayatlarının bir öyküsünü anlatıyor. Ancak işlerini kurdukları mekân Türkiye olduğu için bir anda bambaşka bir perspektiften ülkemizin tarihini öğrenmeye başlıyoruz. Araya sıkışan küçük bir cümle o yılları yaşamamış bizleri bir anda tepeden tırnağa ürpertebiliyor.

Biz rakı içeriz... Türkiye dendiğinde ilk akla gelen birkaç şeyden biri, içine su katıldığında beyazlaşan o anason kokulu sert içkidir. Doğrusu rakı, böylesine güçlü bir kültürel simge olma ayrıcalığını fazlasıyla hak eder. Bu coğrafyada yaşayan uygarlıkların ortak kültür mirasıdır. Dünyada üstüne özgün yemek kültürü geliştirilmiş yegâne içkidir. Batıda şarap yemeğe uygun biçimde seçilir. Ama çilingir sofrası, rakıya uygun mezelerle kurulur.

Bizi biz yapan mektebimizin kültürel ve sosyal birikimini gelecek nesillere eksiksiz ve yaygın bir miras olarak aktarmak adına yaptığımız bu çalışmalara ek olarak, hem mektebimizin modern eğitime geçişinin 150. yılını hem de devremizin 30. mezuniyet yılını taçlandırmak adına, çok kıymetli olduğunu düşündüğümüz bir çalışmayı daha tamamlamış bulunuyoruz.

Elinize aldığınız bu kitap bir tutkunun eseridir. Araştırmacı Osman Kademoğlu, bir Karadeniz sahil kasabasında çocukluktan delikanlılığa geçerken takaları, çektirmeleri, Karadeniz guletlerini, çaparları, alamatraları tanıdı. Onları hiç unutmadı. Daha sonra Ege ve Akdeniz'in uskunalarını, tırhandillerini, kepçe kıç guletlerini, yarım ayna balıkçı ve süngerci kayıklarını ve piyadelerini gördü... Bütün bunlar denizlerin güzelleriydi.

Büyük Türk şairi Yahya Kemal'in "Sade bir semtini sevmek bile bir ömre bedel" diye tanımladığı İstanbul "sırlarla dolu bir şehirdir. Her adımda sizi üç medeniyetin; Roma Bizans ve Osmanlı'nın mimari şaheserleri karşılar. Aya Sofya'nın büyülü atmosferi, su kemerlerinin baş döndürücü güzelliği, Kız Kulesi'nin gizemi, Yerebatan Sarnıcı'nın esrarı Roma ve Bizans'ın M.Ö. 627'lere uzanan sırlarla dolu geçmişine götürür sizi.

Bu kitap, tarihi belgelerin yansıttığı Türk-Ermeni yakınlığının yeni bir kanıtıdır. Yüzyılları aşan uzun bir zaman dilimi içinde gelişen bu yakınlık, iyice pekişip karşılıklı güven ve içtenliğe dayanan bir işbirliğine dönüşmüştür. Bu beraberlikten günümüze intikal eden birçok eser bulunmaktadır. Bu kitapta sunulan olgular zincirinin, yakın bir geçmişe kadar yaşanmış olan mutlu günlerin, bir bakıma, anımsatıcısı olacağını umarım. Pars Tuğlacı

Ermeni Cemaati'nin İstanbul kiliseleri, bu şehrin tarihi, kentsel dalgalanmaları, toplumsal hayatı ve sanatı ile büyük ölçüde bağıntılıdır. Bu itibarla her ne kadar bu kitap "İstanbul Ermeni Kiliseleri" başlığını taşıyor ise de, onun asıl niteliğini ve yerini belirleyen "İstanbul" kelimesidir. Böyle bir eserin başarılı olması, yazarının tarih alanındaki derin bilgisine ve tarafsız tutumuna bağlıdır.

Osmanlı Devleti, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının bir kısmında 600 yıla yakın bir süre hüküm sürmüş olup, bugün bu topraklar üzerinde 40'ın üzerinde devlet kurulmuştur. Bu sebeple, Balkan ülkeleri, Macaristan, Güney Rusya ve Arap ülkelerinin 500-600 yıllık tarihlerinin ana kaynağı Osmanlı arşivleridir. Osmanlı arşivlerinin, Akdeniz ve Avrupa tarihinin yazılmasında da birinci derecede önemli arşivlerden biri olduğu bilinmektedir.

Bir foto muhabirinin işlevi yalnızca olayların gidişini izlemek değil, devrinin yaşamını, sanatını, gelenek ve göreneklerini, insanların nelerle uğraştıklarını, sevinçlerini, üzüntülerini görsel malzeme olarak ileriki çağlara bırakmaktır. Sanatçılar resim olsun, edebiyat olsun, saz, söz olsun, yaşadıkları dönemin birer aynasıdır

Osmanlı Devleti'nde esnaf terimi, eşsiz yeteneklere sahip el sanatı ustalarından sokak satıcılarına, hakkaklardan ciğercilere dek uzanan geniş kapsamlı ve o denli çeşitlilik gösteren bir alanı tanımlıyordu. Üreten, yaratan, satan, kimi zaman yalnızca kol gücüyle taşıyan kişiler tek bir ad altında toplanmışlardı. Bu farklı mesleklerin ortak paydası, lonca ve gediklerdi. Ticaret ve sanat yapma yetkisine gedik, örgütlerine ise lonca deniyordu.

Ayasofya'nın İstanbul için ne kadar özel ve önemli bir sembol olduğunu hepimiz biliriz. Bilmekten ziyade, belki bunu hissederiz, bunu yaşarız. Çünkü Ayasofya, şehrin tarihinin 1500 yılına tanıklık etmiş, yazılı tarihin kayıt etmediği bütün hikâyeleri duvarlarına saklamıştır. Bizler, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı olarak Ayasofya'nın önemini vurgulamak ve bu görkemli tarihi yapıya gereken değeri vermek adına 2009 yılının Ocak ayında kapsamlı restorasyon çalışmaları başlattık.

Türk Milleti muasır medeniyet seviyesine ulaşmanın hummalı gayreti içindedir. Milletimizin layık olduğu medeniyet ve refah seviyesine erişmek için gösterdiği bu hummalı gayrette iş ve fazilet gücüne sahip özel sektör mensuplarına çok büyük vazife ve mesuliyet payı düşmektedir. Özel Sektör mensupları bu büyük görev ve sorumluluğun idraki içindedir.

Katalog mahiyetindeki kitap 32x32 cm boyutunda, 170 gr/m2 mat kuşe kâğıda 194 sayfa olarak basılmıştır. Sert kapak ve bez cildi bulunan kitabın özel mukavva kutusu mevcuttur. Hikmet Barutcugil'in barut ebruları üzerine Hacer Ünal, Hatice Ünal ve Reza Hemmatirad'in yaptığı İstanbul resimlerini içerir. Kitapta yer alan eserler ilk defa Washington'da sergilenmiş ve tamamı işadamı Zeynel Abidin Erdem tarafından satın alınmıştır.

İstanbul, bin yılı aşkın süre merkezi olduğu Bizans İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra, Osmanlı Devleti'nin başkenti olarak önemini korumuştur. Fetihten sonra, Bizans'ın tarihi mirasını ve Osmanlı'nın himayesini benimseyen Rum Ortodoks toplumu, sosyal yaşamını da Patriklik çatısı altında sürdürür.

Fatih'in annesi Hıristiyan kökenli miydi? II. Mehmed kaç kez tahta çıktı? İstanbul'un fethinde gemiler Haliç'e hangi yoldan geçirilerek indirildi? Bizanslılar safında çarpışan Osmanlı şehzadesi... Bizanslıların kullandığı "Rum Ateşi"nin formülü... Malkoçoğlu ve öteki ünlü uç beyleri... Ordudaki Hıristiyan askerler: Martaloslar...Osmanlı ordusuyla savaşa tutuşan iki şehzade... Fatih'in büyük rüyası 'Kızıl Elma'.. 'Büyük Türk'ün Hristiyan dini ile ilgilenişi...

"Anı"ların İstanbul'u... İnsan ömrü "an"lardan ibarettir... Her an bir "anı"ya dönüşürken geçmiş, yaşanmışlığın yekûnu olarak insan belleğinde yerini alır. Hepten bir "nostalji"nin ayışığında, bugünü karartan ve yaşanmaz kılan bir geçmişten bahsetmek imkânsız gibidir. Bugünü rengin, engin ve zengin kılan, lezzetlendiren ve geleceğe ümitle bakmamıza ışık olan geçmişi keşfetmek ve bu "geçmiş"in izlerinde İstanbul'u bir kez daha aramanın gayretine düştük...

Bozkırı geçtim. Dağlara, ırmaklara, denizlere kavuştum. Bu çorak bozkırda, bu sarp dağlarda, bu bozbulanık akan Dicle'nin, Fırat'ın kıyılarında, Karadeniz'in derin, Ege ve Akdeniz'in cam göbeği sularında neydi aradığın? Bilmiyorum. Herhalde kendimi değil. Bir insanoğlunu ya da insankızını, yani büyük Aile Aşk'ı da aramıyordum. Belki hiçbir şey aramıyordum. Ola ki yalnızca zamanı öldürmek istiyordum. Zamanı öldürmek mi? Bunu hiçbir zaman söyleme. Kimse öldüremez zamanı.

Şehir içi ulaşımının, deniz yolu ile sağlandığına, Hong Kong, New York, Venedik, San Fransisco ve İstanbul gibi şehirlerde rastlamaktayız. Ancak, bu kentlerin belki de en ilgi çekici olanı, binlerce yıl önce kurulmuş ve tarihin her döneminde dünyanın en önemli şehirlerinden biri olma niteliğini taşımış olan İstanbul'dur.

Özel Ahşap Muhafaza Kutusunda

"İSTANBUL ANILARI" adlı kitabımı yayınlamaya karar verdikten sonra, son otuz yıl içinde çektiğim binlerce fotoğrafın arasından bazılarını seçmek çok zor oldu. Sanatsal tarafı önde olanların yanına, bana çocukluğumu hatırlatan nostaljik bir İstanbul'un görüntülerini de katmak istedim. Yeryüzünde eşsiz bir güzelliğe sahip, Avrupa ile Asya'yı birbirine bağlayan İstanbul, tarihsel anıtları, değişik ve canlı kültürlere bağlı insanlarıyla hepimizi büyüleyen bir şehirdir.

Osmanlı Hükümeti, Nisan 1880'de, Dersaadet Ticaret Odasının kuruluş sürecini tamamlamak ve öncelikli olarak Oda iç tüzüğünü hazırlamak üzere Dersaadet Ticaret Odası'nın ilk başkanı Aristakis Azaryan Efendi başkanlığında bir hazırlık komitesi kurdurdu. Cemiyet-i Ticariye adındaki bu komite, Nisan 1880'den 14 Ocak 1882 tarihine kadar çalışmalarına devam etti.

Bizans İmparatorluğu kendi döneminde "Bizans" adıyla anılmıyor, "Bizanslı" kelimesi yalnızca Konstantinopolis'in, yani Boğaziçi'ndeki antik Bizantion'un sakinlerini tanımlamak için kullanılıyordu. İmparatorun Konstantinopolis 'teki uyrukları kendilerine Romei (Romalılar) diyorlardı

Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı'nın danışmanlığında gerçekleştirilen kitabımız, bugün halen hastane olarak kullanılan ve inşa tarihleri 1800'lere dayanan tarihi binaları konu almaktadır. Ülkemizin ayakta kalabilmiş en eski hastaneleri Ortaçağ'a, 12-13. yüzyıllara tarihlenmektedir. Vakfiyeleri sayesinde nasıl çalıştıkları bilinen bu tesislerin 19. yüzyıla kadar vazifelerini yerine getirdikleri bilinmektedir.

Bu kitap İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde verilmesini üstlendiğim bir dersten türedi. Hikâyesini kısaca anlatayım. "Akademik Kurul" toplantılarımızdan birindeydik -Bilgi'de öğretime başladığımız sürecin daha epey başlarında. Aydın Uğur, öğrencilerinde bir eksikliğin farkına vardığını söyledi. "Osmanlı geçmişi üstüne bilgi zayıf," dedi. "Bu ülkede okula gitmiş veya sadece yaşamış herkesin zihninde, bu tarihle ilgili kavramlar konusunda bir 'haberdar' olma durumu var.

Sevgili Gençler, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı olarak her yıl coşkuyla kutladığımız bu bayram her şeyden evvel istiklal ve hürriyet tarihimizin başlangıcıdır. Yüreklerinizde çarpan vatan sevgisi, zihinlerinizde çağlayan ilim aşkı, benliğinizi kuşatan gençlik coşkusu içinde, sizler bugünden yarınlara ülkemizin aydınlık ufuklarının mimarları olacaksınız. Her bayram yüzlerinizde gördüğümüz canlılık ve heyecan sizinle beraber bütün milletimizin de canlılık ve coşkusudur.

"Sultan Bayezid Han-ı Veli'ye karşı oğlu Selim Han 1512 tarihinde isyan etti. Çorlu adlı yerde Selim, Bayezid Han ile savaştı. Kul taifesinin galebesi ile babasından padişahlığı alınca Bayezid Han beddua edip, Selimler ömrünüz az olsun ve gaziniz çok olsun. Padişahlığı benden Çorlu'da aldınız yine Çorlu'da veresiz, dedi. Dediği sabittir ki, buna şahit olan sözüne güvenilir kişilerden naklolunur.

Coğrafyanın Çanakkale'ye değil de İstanbul'a bağışladığı özel bir armağan vardı: Haliç. Yani her mevsimde, her türlü havada çok güvenli bir liman. Modern teknoloji dünyada ne var, ne yoksa tepeden tırnağa değiştirinceye kadar, Haliç bu avantajını korudu, kentin can damarı oldu. Mısır Çarşısı gibi arastaların, Tahtakale gibi (doğrusu "taht-ı Kale" olmalı) çarşıların öteden beri burada olması, sebepsiz değildi.

Yüzyıl dönümü İstanbul'unun önemli kişiliklerinden biri olan Mimar Alexandre Raymond'u, yeni bir yüzyıl dönümünde bir sergi ile yeniden düşünmek, daha doğrusu düşünmeye başlamak istiyoruz. ı8oo'lerin sonundan Cumhuriyet'in ilk yıllarına kadar, Anadolu'yu dolaşarak Selçuklu ve Osmanlı anıtlarının rölövelerini çıkaran Mimar Alexandre Raymond, bu rölöveleri inanılmaz bir renk ve çizgi ustalığı ile desenlere dönüştürmekle kalmıyor; kitaplar yazıyor, dergiler yayınlıyor.

Cahit Bey bize çocukluğundan başlayarak, hayat hikâyesini anlattı. Konuşmasını o tarihte KTÜ Fen Fakültesi Dekanı olan Prof. Dr. Yavuz Gündüzalp kasete kaydetmişti. KTÜ'de bir yaz okulu için bulunan bir grup fizikçiyle birlikte Cahit Bey ve tören için Trabzon'a gelmiş olan matematikçiler 14 Eylül günü Ankara'ya doğru yola çıktık. Yolumuzun geçtiği her Bu kitap aslında birbirinden farklı birkaç bölümden oluşuyor. Cahit Arf'ın hayatını anlatan ilk bölümü Akın Yılmaz ile beraber yazdık.

Kültürümüze "Topkapı" adıyla yerleşmiş olsa da büyük Osmanlı Sarayının resmi adı "Saray-ı Cedide-i Amire" (Bayındır Yeni Saray) ve daha yaygın olarak da "Saray-ı Hümayun" (Kutlu Saltanat Sarayı) 'dur. Belgeler bunu doğruladığı gibi, saray kitabelerinde, -örneğin Karaağalar Dairesi'nin Şadırvanlı Sofa'sındaki yazı kuşağında- "Saray-ı Hümayun" adı okunmaktadır.

CİLT I:Antiyeler,Kartpostallar,Mektup Zarfları,Reçete,İade Zarfları,Posta Havaleleri,Telgraflar,219 sayfa,Cilt II:Reçeteler,271sayfa,Cilt III:Faturalar,Başlıklı Kağıtlar,248 sayfa,Cilt IV:Müstahzar Kutuları ve Şişeler,203 sayfa,Cilt V:Eczacılar,Ecza Depoları,342sayfa

Mualla'nın "guvaş"larını, ilk çocukluk yıllarımdan itibaren evin duvarlarında görmeye alışmıştım. Mualla'nın, havada asılı kalmış izlenimini uyandıran insan figürlerini Karagöz oyunlarındaki tiplere benzetiyordum. Mualla'nın, kâğıdın fonunda kullandığı renkler ansızın figürün rengi oluveriyor, resimlerindeki renk cümbüşü arasında sayısız iletişimler kuruluyor, guvaşları her seferinde değişik ve yeni bir biçimde görmek mümkün oluyordu.